‘Video’ Kategorisi için Arşiv

Bir, İki, Üç ve Güm…

Yayınlandı: Kasım 24, 2010 / Taraftar, Video
Yunanlılar yapıyor bu işi abi…
Ellerine sağlık…

Seni Yıkacak Dozerin

Yayınlandı: Kasım 7, 2010 / Tezahürat, Video

Ali Sami Yen’den ayrılık vakti yaklaştıkça, özlem dolu besteler de yapılmaya başlanıyor, işte Galatasaray kapalısındanın en son bestesi:

Ali Samiyen Stadı
Hayatımın tam ortası
Nice şampiyonlukların
Zaferlerin mekanı

Her köşende bir anın var
Hüzünler ve mutluluklar
Gözümde yaş kalbimde sızın
Zaman ayrılık zamanı

Seni yıkacak dozerin, seni yıkacak dozerin, seni yıkacak dozerin anası s.ikeyim.
Seni yıkacak dozerin, seni yıkacak dozerin, seni yıkacak dozerin anası s.ikeyim.

Güle Güle Hoşçakal Sevgilim

Yayınlandı: Kasım 2, 2010 / Tezahürat, Video

Youtube yasağının kalkmasının şerefine blogta yine başlayalım tezahürat paylaşımlarına…Ağzına sağlık eski açık:
Güle güle hoşçakal sevgilimSen olmazsan bileGeçer bu günlerimSarıyla kırmızıTek vazgeçilmezimCim Bom Bomum benim…

Zombiler Roma Olimpiyat Stadında

Yayınlandı: Ekim 27, 2010 / Haber, Video

Zombiler, Roma Olimpiyat Stadında oynana Lazio-Cagliari maçında tribünlerde yerlerini almışlar. Walkind Dead adlı yapım için dünyanın çeşitli bölgelerinde yapılan çekimler İstanbul Ortaköy’de de yapılmış… Onun videosu da burada… Kamera arkasında neler olmuştur ise esas merak ettiğim konu…

Sahada İşini Yapanlara Saygı

Yayınlandı: Ekim 21, 2010 / Video

Spor Toto Süper Lig’te özellikle son iki sezondur taraftarların çıkardığı olaylar yüzünden maçlar yarıda kalıyor, tribünlerden atılan cisimlerle sporcular ve hakemler yaralanıyor, maç öncesi/sonrası büyük kavgalar yaşanıyor. 90 dakikalık heyecanın tadı tuzu kaçıyor.

Bu hafta sonu oynanacak Fenerbahçe-Galatasaray maçından önce tüm taraftarlara çağrımızdır: Gelin, dünyanın en büyük derbilerinden birinin şanına, heyecanına gölge düşürmeyelim.

Sahada işini yapanlara saygı, tribünde centilmenlik.

http://www.tribundergi.com/

Nuri’den Kapak!

Yayınlandı: Ekim 16, 2010 / O An, Video
Köln-Dortmund maçının son anlarını ne Nuri unutur, ne de Podolski unutur ömrü yettiğince. Deplasmanda oynayan Dortmund, 1-0 ödeyken, Podolski 82 de eşitliği sağlar ve maç sona yaklaşırken Poldi ile Nuri arasında tartışma başlar, Polonya asıllı Alman futbolcu geçen hafta oynanan Almanya-Türkiye maçının skorunu elleriyle göstererek “nasıl koyduk” hareketi çeker Nuri‘ye…
Olay orda biter mi? Bitmez… Maçın uzatma dakikalarında Borussia Dormund’un bastırdığı anlarda, “futbol ilahlarının” da yardımıyla meşin yuvarlak Nuri‘nin önüne düşer Köln ceza sahasında ve bizimki “Allah ne verdiyese” abanır ve soluğu Podolski‘nin yanında alır, “kapağın” tarifini cümle aleme gösterir…

Aslında uzun uzun anlatmaya gerek yok, buyrun video aşağıda…

Ajax’ın VAK410 grubu dün gece oynanan Ajax-Milan maçı sırasında öyle bir protesto yapmış ki, yukardaki başlık bile yaptıklarını anlatmaya yetmez. Bu yıl kulübün maç biletlerine geçen yıla göre yüzde yüz zam yapmasını protesto eden taraftarlar kendilerine ayrılan bölümü boş bırakıp, sadece “153,24 Euro ile bizi stada davet etmiyorsunuz” (Flemenkçe bilen arkadaşlar yorumlarda tam tercümesini yazabilirler) yazan bir pankart asmışlar. Maçın devam ettiği sırada önce “Takım aşkı burada, sizin aklınız nerede?” yazan bir pankart ile önceki pankart değiştirilip, ardından da ses bombaları, meşaleler ve sis bombaları ile tribündeki yerini almış VAK410 grubu…

Bizde olsa, “Yok şampiyonlar ligi maçı, yok takımın negatif etkilenmesi, yok kulübün alacağı ceza” gibi bahanelerle yönetimlerin taraftarı “koyun” yerine konmasına hep karşı çıkılır ve kazanan yönetim, kaybeden taraftar olur, sonrada tribünlerde ultras felsefeden bahsedilir…
Ultras felsefe yukarıdaki resimlerde, aşağıdaki videoda yer alıyor… Özellikle 3.50den sonra videoya daha dikkatli bakın derim…

Taraftar Aşk İçin Söylüyor

Yayınlandı: Eylül 7, 2010 / Tezahürat, Video

Eskişehir taraftarı ve bandosu…

Soğuk ve karanlık Rusya’nın ılıman Odesa şehrinde güneşin nadiren tepede gözüktüğü ve balıkçıların ağlara takılan balıklarını büyük bir keyifle kasalara doldurdukları bir Eylül gününde şehrin arka mahallerinden bir evde dünyaya gelir Rus futbolunun “güneşi” İgor İvanovich Belanov. Dünyaya gözlerini açtığı gün belki her taraf aydınlıktı lakin küçük İgor’un yaşamı doğduğu şehrin havası gibi bir açık, bir kapalı olacaktır. Dönemin zor şartları içinde yoklukla mücadele savaşındaki anne-babası gece gündüz çalışmak zorunda oldukları için İgor’un ilk arkadaşları sokak çeteleriyle nam salmış olan Myasoedovskoy mahallesinden gençler olacaktı ve oğlunun onların arasında büyüyüp serseri olmasından korkan baba İvan, ufaklığın üç beş eşyasının yanına bir futbol topu koyarak büyük annesinin yanına İvanovka köyüne yollar. Şehir hayatından uzak olan İgor‘un günleri çayırda merada tek başına top peşinde koşturarak geçerken, büyük annesi de onun tek oyun arkadaşıdır ki aralarında nesil farkı olan bu çift ilerde İgor Belanov’dan dem vurulurken övgüyle bahsedilen“çabukluğu” nu yaratacak bir oyun icat ederler: Büyük anne topu rastgele bir tarafa atar ve küçük İgor onu en kısa zamanda tutmak gayretiyle cılız ayaklarına kuvvet koşmaktadır… Bu oyunlardan sıkılıp, aklına Odesa ve ailesi geldiğinde İgor gözyaşlarını içine atıyor ve hırsını en yakın arkadaşı meşin yuvarlaktan çıkarırcasına komşunun duvarına gücü yettiğince vuruyordu… Yine böyle dünyaya küsmüş ve karamsar olduğu bir günde, torunun ruh halinden endişeli olan büyük annenin ricasıyla komşusu o yıllarda farkında olmadığı geleceğin yıldız futbolcusunu köyün diğer çocuklarının top oynadıkları köy takımına götürür ve böylece İgor Belanov’un da futbol kariyeri gayriresmi olarak başlamış olur. İşten vakit bulup köye gelerek oğlunu ziyaret eden baba İvan, genç İgor’un futbol sevgisini görünce, oğluna büyük annesinin sözünden çıkmaması durumunda Odesa’da futbol maçına götüreceği sözünü verir ve bir sonraki ziyarette baba-oğul kendilerini Chernomorets Odessa-Dinamo Kiev maçında bulurlar. Bu genç İgor’un tribünden ilk izlediği maçtır, sahanın büyüklüğüne, futbolcuların formaların dalmış izlerken babası Oleg Blokhin’i göstererek “Sen de bir gün böyle büyük bir topçu olacaksın” der… Babasının bu sözünü asla aklından çıkarmaz genç İgor ve etrafındaki arkadaşları balıkçı olup okyanuslara açılma hayalleri kurarken, o artık hedefini koymuştur: Rusya’nın en büyük futbolcusu olmak…

O yıllarda yörenin tek kulübü Chernomorets Odessa tarihinin parlak günlerini yaşamaktadır ve Avrupa Kupalarında mücadele etmeye hak kazanmıştır. Bütün şehrin merakla beklediği Lazio maçı gelir çatar, 35 bin kişinin doldurduğu Chernomorets Stadında doğal olarak İgor ve babası da vardır. Maçın 33. dakikasında Andriy Doroshenko, Karadeniz ekibinin Avrupa kupalarındaki ilk golünü atacak ve bu oyuncu İgor’un futbol kariyerindeki idolü olacaktır… Sevinçle tribünlerden ayrıldıkları bu maç belki de bu ikilinin son maçı olacak zira İvan Belanov oğlu daha 16 yaşındayken gözlerini hayata yumacaktır. Bu talihsiz andan itibaren İgor’un hayatta yerine getirmesi gereken iki hedefi vardır, bir yandan annesine sahip çıkmak, diğer yandan da basının isteğini yerine getirmek… “Keşke babam yaşasaydı ve oğlunun neler yaptığını görseydi” diye bir açıklamada bulunacaktır Altın Topu aldıktan sonra gazetecilere İgor Belanov.

Bir bir belirlediği amaçlarının da ilk adımını Eduard Maslovskiy’nin kendisini keşfedip, çalıştırdığı Chernomorets Odessa genç takımına alması sonrası gerçekleştirir. 78 senesinin Nisan ayında Chernomorets Odessa-CSKA Moskova genç takımlar maçını izlemeye gelenler oyun golsüz sona yaklaşırken, çelimsiz bir gencin oyuna alındığını görecek ve “Bu çırpı gibi çocuğu nereden bulmuşlar?” diye hocayı küçümserken, maçı ev sahibi takım lehine çeviren oyuncunun adının İgor Belanov, rakip kalecinin de Dassaev olduğunu ve Rus futbolunun bu iki yeteneğinin maçlarını daha genç takımdayken izlediklerini büyük bir gururla anlatacaklardır torunlarına…

78 senesini Chernomorets’te geçiren Belanov, bıyıkları terleyip askerlik çağı geldiğinde ordunun SKA Odessa takımında futbol oynamaya başlar. O seneler SKA takımı profesyonel liglerde mücadele ettiği için nadiren de olsa sonradan maçlara giren İgor, hem üst seviyede futbolun nasıl oynandığını görür, hem de kendisindeki eksikliklerinin farkına varır. Askerlik sonrası tekrar ilk göz ağrısı Chernomorets’e dönen Belanov, güçlenmiş fiziği ile artık Rusya liginde mücadele eden bir takımın önemli oyuncusu durumundadır ve memleket genelinde usuldan usula ismi anılmaya başlamıştır.

O yıllarda ülkedeki en büyük güçlerden biri olan Dinamo Kiev, memleket genelindeki yetenekli topçuları kadrosuna toplayıp, rakiplerini zayıflatma taktiği ile meşhur olduğundan, İgor Belanov’un 1984 senesinde attığı 14 golle Dinamo Kiev takımı yöneticilerinin dikkatini çeker ve Chernomorets’in golcüsünü yuvadan koparırlar. Evinden ayrılmanın heyecanı içindeki İgor, “Keşke Valeriy Lobanovsky klonlanabilseydi ve bir 350 sene daha yaşasaydı. Onun gibilere ihtiyacı var Rusya futbolunun” diye ileriki yıllarda öveceği “ikinci babası” Lobanovsky’yi de ilk defa orada tanır. Takımla çıktığı ilk idmanı hala unutamayan Belanov o günü şöyle anlatır:
İlk gün 12 kilometre kros yaptık. Neredeyse yürüyecek halim yoktu, Blokhin ve takımın diğer eskileri bana bakıp sırıtıyorlardı, eşyalarımı bir an evvel toplayıp, kaçmayı hesap ederken, o zaman gözüme diktatör gibi görülen Lobanovsky bana geldi ve dedi ki: ‘İyi iş çıkardın İgor, ben daha kötüsünü bekliyordum, şimdi git ve dinlen, yarın daha çok çalışacağız’ ”… Bu konuşma Belanov’u motive etmekle kalmayacak, futbolcunun hocasına karşı sempatisini daha da arttıracaktır.

İlk senesinde Dinamo Kiev’de 11 gol atan İgor, Dassaev’in kalesini koruduğu Spartak’a 2 gol birden atınca Haziran 1985 senesinde Danimarka ile oynayacakları Dünya Kupası eleme grubu maçı için ilk kez milli takıma cağrılır ama işler beklediği gibi gitmeyecek, Rusya’nın 4-2 kaybettiği maçta milli takım hocası Malofeev, İgor’u korkak oynadığı için suçlayacak ve hezimetin faturası genç topçuya kesilecekti.

Sonraki yıllarında sadece iki kez milli formayı giyen Belanov, Dinamo Kiev’in Avrupa’da fırtına gibi esip Kupa Galipleri Kupasını kazandığı Atletico Madrid maçı öncesi yarı finaldeki Rapid Vien maçında attığı müthiş gol ile tekrar kendisini hatırlatır Rus futbol otoritelerine. Aynı yıl içinde Malofeev’in aldığı başarısız sonuçlar sonrası milli takım teknik direktörlüğüne tekrar Lobanovsky’nin gelmesiyle Meksika 1986 Dünya Kupası kadrosuna İgor Belanov ismi de yazılıdır.

Turnuvaya Macarlara karşı başlayan Ruslar, 40 derece sıcaklıkta doksan dakika yaptıkları pres ile izleyenleri şaşırtırken, Belanov’un da bir gol attığı 6-0’lık maç sonrası İgor doping testine alınır lakin hiçbir sonuç çıkmaz. Turnuvanın ikinci maçı Platini’li Fransızlara karşıdır ve 1-1 sonuçla ayrılırlar müsabakadan Lobanovsky’nin öğrencileri. Grubun son maçından da Kanada’ yı yenerler ve grubu lider bitirerek üst tura çıkarlar. Bu sefer rakip en iyi üçüncüler kontenjanından üst tura yükselen Belçika’dır.

Unutulmaz maçlar listesinde futbol tarihine de geçen “düellonun” normal süresi Ceulemans’ın Belanov’a göre “3 metre ofsayt” olan golüyle 2-2 biterken, uzatmalarda kırmızı şeytanların iki golüne Ruslar sadece tek golle yanıt verirler ve kupadan elenirler. Bu müsabakada biri penaltıdan olmak üzere Pfaff’ın kalesine yolladığı 3 golle hattrick yapan Belanov, özellikle attığı ilk golle futbol dünyasını bir kez daha kendisine hayran bırakır. Çabukluğu sayesinde savunma oyuncusundan kurtulup , Zavaraov’tan rakip ceza sahsının sağ tarafından aldığı topu dikine sol köşeye sürerken, aniden çıkardığı şutun Pfaff’ın koruduğu kalenin sağ köşesindeki örümcek ağlarını temizlemesini yıllardır unutamaz futbolseverler… Maçtan sonra yine doping testine sokulur Rus futbolcular ama yine bir şey bulunmaz. Oysa İgor dopingli olduğunu daha sonra itiraf edecektir!: “Onlar bana fiziksel kuvvet veren kimyasal maddeler aradılar vucüdumda ama bulamadılar, oysa ben dopingliydim, hatta takım arkadaşlarım da. Benim dopingimin büyük annemim köyünde koştuğum kırlardan aldığım güç ile Lobanovsky ‘nin bizi Rusya’nın yeşil ormanlarında durmaksızın kilometrelerce koşturmasında saklı olduğunu anlayamadılar.”

http://www.youtube.com/get_player

Lev Yashin ve Oleg Blokhin’den sonra 86 senesinde hem Dinamo Kiev hem de Dünya kupasındaki başarısı sonrası France Football dergisi tarafından Altın Top ödülüne layık görülen üçüncü Rus futbolcu olur Belanov.

İgor ödülünü 1987 senesinde Kiev’de Beşiktaş’a karşı oynayacakları maç öncesi alır ama bu ödül, ona pek de uğurlu gelmez ve kariyerinin ilk penaltısını maçın son dakikalarında topu direğe nişanlayarak kaçırır.

86 Meksika’ya dramatik bir şekilde veda eden Sovyet Rusya’nın tek hedefi vardır, iki sene sonra Almanya’da düzenlenecek olan EURO88’e katılıp,”yaşlı kıtanın” en büyüğü olmak. Bu hedefi de neredeyse başarır Lobanovsky’nin “ kolej takımı”.

Takımda herkes birbiri için oynuyordu, bir ruh birlikteliği vardı” diyen Belanov, Almanya’da bu güç sayesinde finale yükseldiklerini anlatacaktır ileriki yıllarda. Turnuvanın ilk maçı Hollanda karsısındaydı ve Ruslar kendilerini öne geçiren golü bulduktan sonra kalelerini korumayı amaç edinirler, hatta Belanov bile orta sahadan ileriye çıkmaz. Grubun ikinci karşılaşması Lobanovsky’nin hiç beklemediği şekilde sert oynanır, İrlanda’lılar öne de geçer ama Protassov 74’te attığı golle bir puanı yazdırır takımın hanesine. 6 günde oynadıkları üçüncü maç İngilizlere karşıdır ve o müsabakadan kimsenin beklemediği bir 3-1lik skorla galip ayrılan Rusların fizik gücü izleyenleri şaşırtır, maç sonu takımın istikameti bellidir; doping odası ama Belanov çok önceden vermiştir adresi: Ormanlar…

Gruptan lider çıkan Ruslar Belanov’un sakatlığı sebebiyle oynamadığı mücadelede turnuvanın dişli ekiplerinden İtalya’yı da 2-0 yenip, grup maçlarında devirdikleri Hollanda’nın rakibi olurlar finalde… İlk maçtaki kontratak futbolunu bırakan Lobanovsky, takıma finale yakışan hücum futbolu oynatırken, seyirci desteğini de arkasına alan Hollandalıları hapsederler yarı sahalarına lakin “turunculular” buldukları nadir atakların birinde Gullit ile öne geçerken, ikinci yarıda Van Basten’in “hayatının” golünü atması ile Ruslar birden iki farklı mağlup duruma düşüverirler. Marco van Basten’in attığı gol hala “futbol dilencilerinin” hafızalarındaki yeri korurken, bu pozisyonda Dassaev’in hatası olup olmadığını soran gazetecilere Belanov: “5 metre boyunda olup o golü yeseydi, hatalıydı derdim” diye cevap verecektir… 28 yaşına kadar meşin yuvarlak peşinde geçen her an Belanov’u zirveye taşırken 88 senesinin 25 Haziran günü son durak olur. Rusya’nın Avrupa kıtasının en büyüğü olacağı finalde Belanov, bir boş pozisyonu auta plaseler, ardından vurduğu top direkte patlar ve kariyerinin ikinci penaltısı kaçırır. “Kaleciler penaltı atışlarında kendilerine avantaj sağlamak adına vuruştan önce bir köşe seçip oraya atlarlar ve ben de onların bu hareketinden istifa edip topu hep ortaya vururdum. Hollanda maçında da van Breukelen’in köşeye yatacağını düşündüm ve topu kalenin ortasına vurdum ama top bir santimle Hollandalı file bekçisinin ayağına çarptı ve gol olmadı.” diyerek finalin en dramatik anını anlatırken, maçtan sonraki bir ay boyunca gözüne uyku girmediğini, uyumaya çalıştığında ise kabusla uyandığını anlatır gazetecilere Belanov.

Tarihler 1989’u gösterip, komünist rejim sarsılmaya başlarken, o yıllara kadar devlet kontrolü içinde istikrarlı ve sorunsuz giden Rus futbol kulüpleri de sallanmaya başlar ve Belanov istemeye istemeye takımını ekonomik yönden rahatlatmak adına Borussia Mönchengladbach takımına yollanır. Effenberg ve Bierhoff gibi oyuncularla takviyeli kadro, Borussia teknik direktörünün topçularını verimli oldukları alanlarda kullanmayıp, değişik sistemler denemsi sonrası Bundesliga’dan düşünce, Belanov da Eintracht Braunschweig’e transfer olur. Bu yıllarda her ne kadar memleketine geri dönmek istese de Belanov ve ailesi, Sovyet Rusya’nın dağılması sebebiyle zor günler geçiren memleketindeki takımların transfer yapacak halleri yoktur ve ister istemez Almanya’da futbol oynamaya devam eder Belanov. 4 sene daha Almanya’da dişini sıktıktan sonra 86’nın Altın Top sahibi, bulduğu ilk fırsatta soluğu doğdu yer olan Odesa’da alır. Tabii, bu sırada kendisi hakkında birçok spekülasyon yaratılır ki bunlardan Belanov’u en çok inciten eşinin süper marketten hırsızlık yaparken yakalanmış olması söylentisidir ki, bu “iftira” da asla kanıtlanamaz. 35 yaşında futbola ilk başladığı takım olan Chernomorets Odessa’ya transfer olan İgor Belanov, futbolu bırakmak üzereyken Mettalurh Maripul’un teklifini kıramaz ve orada oynadığı beş maçta attığı dört golle futbol yaşantısını sonlandırır.

Yeşil sahalardan kopan İgor Belanov, meşin yuvarlaktan kendini soyutlayamaz ve Dinamo Kiev’den birkaç arkadaşının hevesiyle İsviçre’nin FC Vil takımının hisselerini alır. O yıllarda zor durumda olan Vil, Belanov’un yaptığı hoca değişiklikleri ve Zavaraov’u takımın menajerliğine getirmesiyle kıpırdanır, hatta Grasshoppers’ı yenince İsviçre’de büyük sansasyon yaratır. Rusların takımda yarattığı disiplinli ortam ve sert idmanlar Vil’li oyuncuları sıkar, zora gelemeyen İsviçreliler önce hocanın değişmesini sağlar, ardından da başarısız sonuçlar gelince Belanov da kulübü satar ve tekrar memleketi Odesa’ya döner. Burada boş durmayan Belanov, kendi adına bir futbol akademisi açar ve şu anda geleceğin altın top sahiplerini yetiştirmekle meşguldür…

Başarılarla dolu kariyerinden bahsedilirken, hayatında sürpriz olarak gördüğü olay sorusuna da “Altın Topu kazanmak, tabii ki. Zira bunu hiç beklemiyordum. Ben kendi başıma hiç bir şey yapmadım, her şeyi takımla beraber yaptık” diyen İgor Belanov’un en nefret ettiği kelimenin ne olduğunu biliyor musunuz: “ben”…

Rooney/ Write The Future

Yayınlandı: Mayıs 16, 2010 / Reklam, Video
Nike’ın yeni kampanyası ve sloganı “Write the Future”… Rooney de “kaybeden” imajı yaratmak için sakalı uzatmış, geçmiş kameranın önüne… Güzel reklama benziyor, ayın 22sinde tamamını izleme şansımız olacak… Şimdilik bu kadarıyla yetinelim…

Iliyan Micanski

Yayınlandı: Mayıs 15, 2010 / Futbolcu, Video
Dimitar Berbatov, Bulgaristan A Milli Takımına bundan sonra katılmayacağını belirttiği basın toplantısında “Artık yaşımız ilerliyor, yerimizi gençlere bırakmak durumundayız” cümlesini sarf ettikten sonra komşuda gözler genç yeteneklere döndü ve uzun yıllar unutulan ve görmezden gelinen İliyan Micanski ismi dolaşmaya başladı spor çevrelerinde. Bulgaristan’ın Blagoevgrad şehrinde dünyaya gözlerini açan İliyan, futbola da yerel Pirin Blagoevgrad takımında başladı ve oynadığı 29 maçta attığı 21 golle komşuda bütün dikkatleri üzerine çekti. Daha ülkenin ağır topları CSKA, Levski ve Litex bu oyuncu hakkında araştırma yaparken, Polonya’lı Amica Wronki genç golcüyü kendi renklerine sessizi sedasız katıverdi. Amica’da oynadığı oyunla Polonya liginin güçlü ekiplerinden Lech Poznan forması giydirilen Micanski, bu dönemde kariyerinde istediği çıkışı sürdüremedi ve bir kaç takıma kiralık gönderildikten sonra 2008 senesinde Zaglebie Lubin takımına transfer oldu. Ligin mütevazi takımlarından olan Lubin, İliyan Micanski için “yeniden doğuş” anlamına geliyordu ki şimdiye kadar turuncu-yeşilli formayla oynadığı 58 maçta 40 gol atma becerisi gösterdi Bulgar golcü. 2009-2010 sezonun son haftasına girilirken Polonya liginde İliyan Micanski 15 golle 16 gole sahip Lech Poznan’lı Lewandowski’nin hemen arkasında gol krallığı yarışını sürdürüyor ve bu hafta sonu iki golcü ligin son maçında karşı karşıya gelip “krallık tacını” kapma mücadelesi verecekler…
İliyan Micanski sadece attığı gol sayısıyla dikkatleri üstüne çekmiyor, bu golleri filelere yollama biçimleriyle de Messi’ye benzetiliyor Polonya’da… Aşağıdaki videoda bu bahsettiğim gollerden oluşan bir kolaj yer almaktayken, “Messi’nin taklitçisi” diyenlere bir not, Messi Zaragoza’ya attığı golü ayın 21inde atarken, Micanski ise ondan bir gün evvel sarsıyordu rakip fileleri… Attığı gollerin sırrı ise Lubin başkanı Jersy Kozinski’nin her gol sonrası Micanski’ye yolladığı hediyelerde gizli: Bir gün kravat, bir gün yastık, bir gün şapka, başka bir gün koskoca bir pasta…
UEFA resmi sitesinin kendisinden “Lubin’in Maradonası” diye bahsettiği röportajında, Micanski en büyük hayalinin Bulgaristan Milli Takımında Dimitar Berbatov ile beraber oynamak olduğunu belirtirken, bu hayalinden Berbatov kararında bir değişiklik yapmazsa vazgeçmek zorunda kalacak. Doğal olarak sadece milli takımı hedeflemiyor Bulgar golcü, aynı zamanda Zaglebie Lubin resmi sitesine verdiği röportajda da Lech Poznan’lı Lewandoski’nin Borussia Dortmund’a transfer olasılığına karşılık Lech’e gidip gitmeyeceği sorusuna “Avrupa’da kupa kovalayan takımda oynamak istiyorum” diyerek kariyer çıtasını oldukça yükseklere koymakta…
Bulgar otoriteleri 24 yaşındaki bu yeteneği unutmuşken, taraftarlar facebook‘ta açmış oldukları gruplarla Micanski’nin ulusal takım formasını giymesi gerektiğini Bulgar A Milli takım hocası Stoilov’a hatırlatmaya çalışıyorlar. Biz de marka değeriyle övündüğümüz Süper Lig takımlarına hatırlatmada bulunalım, Micanski’ye Polonya liginde kazandığından daha fazla ücret vermeye kudretleri yeter herhalde, sert futbolun ön planda olduğu Polonya liginde baş tacı edilen bir topçu bizim ligimizde de hayli hayli oynar… Sorunlu Brezilyalı ve Güney Amerikalılar yerine futbol disipline sahip ve memleket kültür ve havasına çabuk uyum sağlayabilecek Doğu Avrupa ülkelerinin topçularına çevirmenin vakti gelmedi mi?

Motorlu Ultraslar

Yayınlandı: Nisan 5, 2010 / Taraftar, Video

Motorlarla deplasman yolculuğu…
Bizim memlekette bir gün olur mu? Çok zor…

Bu video da zoban‘a gitsin u/M’den…

Yorumsuz

Yayınlandı: Mart 8, 2010 / Mevzu, Video

http://www.bursasportv.com/scripts/player.swf

Cok yorum yapılır ama yorumsuz işte…

Derbi Sonrası Aynı Otobüste

Yayınlandı: Mart 3, 2010 / Video
Pazar günkü Old Firm sonrası Glasgow Rangers taraftarları bir Celtic’liyi otobüste yakalarsa, işte böyle yapar…